Büyük Bir Projeyi Bitirmenin 4 Yolu

Başlamak bitirmenin yarısıdır derler. Belirli ölçüde bu söz doğrudur ama başladığınız birçok büyük proje de yarım kalır. Bu bir kitap yazma projesi ya da doktora tezi olabilir. Büyük hayallerle yola çıkarsınız, başlangıçta çok heyecanlısınızdır, ama sonra heyecanınızı koruyamayıp işi yarıda bırakırsınız.

İşi yarıda bırakmanızın çeşitli nedenleri olabilir. Birincisi karşılaştığınız bir engeli nasıl aşacağınızı bilmiyorsunuzdur. İkincisi erteleme hastalığına tutulmuşunuzdur. Bu projeden kaçınmak için çok çeşitli mazeretler üretiyorsunuzdur. Üçüncüsü hayatınızdaki başka öncelikler ve günlük koşuşturmaca bu büyük projeye odaklanmanıza fırsat vermiyordur. Dördüncüsü bu projeye inancınızı kaybetmişsinizdir.

Önce birinci engeli konuşalım. Büyük bir proje üstünde çalışırken nasıl aşacağınızı bilmediğiniz bir engelle karşılaşabilirsiniz. Bu engel, akademik bir tez için 200 kişiyle anket yapmak ya da 20 ayrı kişiyle görüşme ayarlamak olabilir. Bir kitap yazarken yeni bölümünüz için işe yarar bir fikriniz olmayabilir. Projenin takıldığınız kısmı için paranız olmayabilir.

Engelleri aşmak için çoğu zaman, benzer süreçleri yaşamış biriyle konuşmak işe yarar. Başkalarının tecrübelerinden öğrenebiliriz. Başka bir akademisyene tezi için yaptığı araştırmada 200 kişiye nasıl ulaştığını sorabiliriz. Başka bir kitap yazarına kendisi bir tür yazar blokuyla karşılaştığında bu sorunu nasıl aştığını açıklamasını isteyebiliriz. Düşük kaynaklarla projesini tamamlamış bir başkasından tavsiye isteyebiliriz. Bu görüştüğümüz kişiler bize esin kaynağı olabilir ya da tam tersine onlardan işe yarar hiçbir şey öğrenemeyebiliriz. Ancak bu görüşmeleri yapmak bize projemize yeniden odaklanmak ve projemizin üstünde düşünmek için fırsat verecektir. Çoğu zaman sorunuzun cevabını bu görüşme sırasında kendi içinizde bulabilirsiniz.

İkinci engel erteleme hastalığıdır. Sanırım erteleme hastalığı büyük projelerin en yaygın düşmanıdır. Birçok insan yapabileceği ve yapması gerektiği halde sürekli olarak işlerini erteler. Ertelemek için de çok çeşitli ve yaratıcı bahaneler bulabilir. Netflix’te bir bölüm daha dizi izlemek, güncel siyasi haberleri okumak, yeni duyduğu ilginç bir yemeği yapmak, evi toplamak ve temizlemek, bir arkadaşla telefonda sohbet etmek gibi birçok bahane projenin önüne geçer. Erteleme hastalığını tek başına yenmek zordur. Projenizde ilerleyebilmek için başka insanları projeye dahil etmeniz bir çözüm olacaktır. Kitap yazıyorsanız bunu GoodReads.com’da ilan edin. Birinci bölümü paylaştıktan sonra geri bildirim almak için goodreads.com da ikinci bölümünüzü yayınlayacağınız tarihi belirtin. Başkalarına söz verdiğiniz için bir sonraki bölümü yazarsınız. İnsanlar kendilerine verdikleri sözleri tutmazlar ama başkalarına verdikleri sözü mahçup olmamak için tutmaya çalışırlar. Eğer yazdığınız akademik bir tez ise, tezin farklı bölümlerini farklı kongrelerde bildiri olarak sunmak üzere başvuruda bulunun. Her kongre için bildiriyi hazırlarken tezin bir bölümü bitmiş olacaktır. Büyük projenin farklı bölümlerinin YouTube da veya Instagram’da da anlatmayı taahhüt edebilirsiniz.

Günlük koşuşturmaca ve diğer öncelikler projenizde ilerlemenize engel oluyorsa hayat rutininizi kırmanız gerekir. Yedi günlük rutininiz ne ise onu mutlaka kırıp farklı bir rutin oluşturmanız gerekebilir. Örneğin, Cumartesi günü evde projenizde çalışmanız gerekiyorsa ve bugüne kadar bunu hiç başaramadıysanız Cumartesi sabahı erkenden bir kütüphaneye gidin ve en az üç saat projeniz üstünde çalışın. Evdeyken evi paylaştığınız kişilerle etkileşiminiz projeniz üstünde çalışmanıza engel olabilir ya da uzatmalı bir kahvaltı projenize zaman bırakmayabilir. Kütüphanede ise bu kesintilerin hiçbiri olmayacaktır. Siz kendi yaşantınıza göre bir kütüphaneye, bir kafeye ya da bir ortak çalışma (coworking space) alanına gidebilirsiniz.

Bazen insanlar farkında olmasalar da bir projeye olan inançları kalmadığı için projelerinde ilerleyemezler. Bu tür bir durumda projenin önemi hakkında bir arkadaşınıza ya da bir aile üyenize bir açıklama yapın. Hatta konu hakkında bilgisi olan bir arkadaşınızla planlı bir münazara yapın. Arkadaşınız projenin neden yanlış ve gereksiz bir proje olduğunu savunsun siz de projenin neden doğru ve gerekli bir proje olduğunu savunun. Bu sürecin sonunda projeye ilişkin heyecanınız yükselecektir. Eğer yükselmiyorsa, gerçekle yüzleşin ve ben bu projeyi yapmayacağım deyip iş listenizden çıkarın.

Büyük bir projeyle çıkmak gerçekten zor olabilir. En tecrübeli ve en yetkili insanlar bile bazen büyük projelerde tıkanabilirler. Bazen yaşamlarında geçirdikleri özel bir dönem; taşınma, iş değişikliği, evlenme, boşanma, siyasi çalkantılar veya doğal afetler gibi dış etkenler de projenin ilerlemesine engel olabilir. Ancak pes etmek için neden yok. Kendinizi de suçlamanıza da gerek yok. Geçmişte her ne olduysa oldu. Önemli olan şimdi ve yarın ne yapacağınız. Her gün yeni bir gün başlıyor; işte bu yeni günde projenize kaldığınız yerden devam edebilirsiniz. Kimse sizi projenize devam ettiğiniz için ayıplamaz ama bıraktığınız için ayıplar. Onu için hemen bu yazıdan sonra kolları sıvayıp önerileri uygulamaya başlayın.

Share Button

Geleceğin Üniversitesi Bildiğiniz Gibi Olmayacak!

Bugün öğrenmek istediğiniz bir konu varsa, bu konudaki en iyi öğretmenler YouTube’da. YouTuber’lar, en iyi görseller, en iyi grafikler, en iyi animasyonlar ve en basit örneklerle konuları açıklıyorlar. Videolarına söyleşiler, hareketli haritalar, konuyu destekleyen görüntüler ve tempolu müzikler ekliyorlar. Konu ister matematik ister biyoloji isterse ekonomi olsun, hemen her dilde çok güzel ve açıklayıcı içerikler var. İşin en güzeli, YouTube’daki rekabetin mevcut olanı da sürekli iyileştirmesi. YouTuber’lar birbirlerinden daha iyisini yapabilmek, izlenme ve beğenme sayılarını artırabilmek için yarışıyorlar. Klasik okullardaki birçok eğitmenin ve profesörün YouTuber’larla rekabet şansı pek yok. Birçok eğitmen, klasik sınıf içi derslerinde YouTuber’ların hazırladığı videoları kullanarak derslerini zenginleştirmeye çalışıyorlar. YouTube’da sadece genç YouTuber’lar yok; dünyanın en iyi üniversitelerinden profesörler, araştırmacılar ve TED konuşmacıları da var. Dolayısıyla kafasına bir konuyu öğrenmeyi koymuş birisi için cep telefonundan YouTube açmak yeterli. YouTube videolarının bir kısmı konuları açıklamanın da ötesine geçerek, yazarları, teorisyenleri ve uzmanları da eleştiriyor. İşin eleştiri ve tartışma boyutuna ulaşması içeriğin derinleşmesine yardım ediyor.

YouTube’dan öğrenmenin şimdilik tek eksik kısmı, sınıf içi tartışmalar. Bir hoca ve öğrenciler arasındaki tartışmalar YouTube’dan öğrenme sürecinde yer almıyor. Ancak sosyal medyada yenilikler hiç bitmiyor. Yakında akademik tartışmalar konusunda rastgele insanların ve öğrencilerin bir araya geldiği tartışma grupları olan bir sosyal medya başlarsa hiç şaşırmayın. Örneğin, ekonomideki örümcek ağı teorisini tartışan bir grup düşünün. Bu grubun üyeleri birbirini tanımıyor; aynı okula gitmiyorlar, aynı ülkede yaşamıyorlar; tek ortak noktaları örümcek ağı teorisini daha iyi anlamak ve tartışmak. Zoom benzeri görüntülü bir tartışma platformunun içinde ilgili grubu buluyorlar ve planlanmış toplantılardan birine katılıp hiç tanımadıkları insanlarla örümcek ağı teorisini tartışıyorlar. Bu tür bir sosyal medya, internette sınıf için tartışma imkanını da sunacak.

Bu arada akıllı telefon uygulamaları üstünden öğrenme, bir profesörün öğretmenliğinden ölçülebilir bir şekilde çok daha başarılı. Klasik eğitimde profesör dersini verir ve sınavını yapar. Geçme notu okuluna ve hocasına göre değişse de genellikle bir sınavda yüz üzerinde elli ila seksen beş arasında not alan öğrenci geçer. Aslında bu not öğrencinin tam öğrenmediğini gösterir. Halbuki akıllı telefon / bilgisayar uygulamaları öğrenmede çok daha başarılı. Örneğin, bir akıllı telefon uygulaması öğrenciye 30 soru soruyor. Öğrenci sadece yirmi beş tanesini doğru cevaplıyor; beş yanlış cevap var. Uygulama, öğrenciyi otuzda otuz yapıncaya kadar bir sonraki seviyeye geçirmiyor. Dolayısıyla bu öğrenci konuları mükemmelen öğrenerek ilerliyor. Klasik bir üniversite eğitiminde öğrencinin tam öğrenmeden geçtiği birçok konu varken uygulamalarla öğrenmede atlanılan veya eksik bırakılan bir konu yok.

Öğrenme de bilginin yeri nedir? “Tüm bilgiler internette, hiçbir şeyi ezbere bilmeye gerek yok” diye düşünebilirsiniz. Bu düşünce belirli ölçüde doğrudur, ama tam olarak değil. Bloom’un öğrenme kuramına göre, önce bilgiyi ediniriz. Sonra edindiğimiz bilgiyi hatırlarız. Gerçek dünyada karşımıza çıkınca anlarız. Bu bilgiyi kullanırız. Gerekirse analiz ederiz. Değerlendiririz ve bilgileri birleştirerek yeni bir şey yaratırız. Şimdi burada ilk adımda bilgiyi edinme var; bilgi edinmeden diğerleri olmuyor. Kafamızı internette kolayca erişebileceğimiz bilgilerle dolduralım demiyorum, ama bir bilgi tabanı olmadan da yorumlama ve yaratıcılık mümkün değil. Onun için uygulamalar yardımıyla bilgi edinme kritik bir rol oynuyor. Şimdi hemen herkes görsel hikayeleri, filmleri çok seviyor. Sevilen filmleri yaratan yönetmen ve senaristler, hemen herkesten daha bilgililer ve bilgilerini birleştirerek bu filmleri yaratıyorlar. Örneğin, ortaçağ tarihini bilmeden veya Hindistan mitolojisini bilmeden Star Wars’un birçok unsurunu yaratabilmek mümkün değil.

Peki YouTube içerikleri ve akıllı telefon öğrenme uygulamaları, tamamen profesörlerin yerini alacak mı? Profesörlerin en önemli işlevlerinden biri anlama ve yorumlamaya yardımcı olmaktır. Profesörler ve öğretmenler bilgi edinme/öğretmen işinden çıkmalı ve daha çok öğrenme sürecinin anlama ve yorumlama kısmında rol oynamalıdır. Bunun için öğrenciler haftada bir yada on beş günde bir, fiziksel ya da Zoom gibi bir ortamda öğrencilerle konuları tartışmak için bir araya gelmelidir. Bu buluşmaya öğrenci tamamen bilgili olarak geleceğinden, toplantıda profesörün öğretmenlik yapması gerekmeyecektir.

Bu düşüncelerimi devrimci bulabilirsiniz ve bunda haklısınız. Ne var ki söz konusu devrim zaten büyük ölçüde gerçekleşti. Hemen herkes bir şeyi öğrenmek için YouTube’a bakıyor. Bir şey öğrenmek için “üniversiteye gideyim, bir hocaya sorayım” diyen pek kimse yok. Krep yapmak için birkaç önce dört beş tarif izlemiştim. Hepsi hazırlanan karışımı dinlendirmeyi gerektiriyordu. Bu yazıyı yazmadan üç gün önce YouTube’da yeni bir tarif buldum, karışımı dinlendirmeden krepi yapabiliyorsunuz. Şimdi krep yapmayı öğrenmek için bir yemek okuluna yazılayım demedim. YouTube’de güncel bir araştırma yapayım dedim sadece. Üniversite yönetimlerine düşen, gerçekleşen bu öğrenme devrimi tanımak, kabul etmek ve kendilerini ona göre yapılandırmaktır. 2050’den sonra bildiğiniz anlamdaki üniversite, pazar gerçeklikleri tarafından ya silinecek ya da kendilerini yeniden kurgulayarak var oluşlarını sürdüreceklerdir. Özel üniversitelerin durumu daha da zor. Öğrenmenin bedavaya dönüştüğü bir ortamda, üniversite eğitimi için on binlerce dolar ödemeye razı insanları bulmak giderek zorlaşacaktır.

İş hayatında, bazı kurumlar artık diploma istemiyoruz, sadece yetenekli insanları işe almak istiyoruz demeye başladı. Peter Thiel ve benzerleri, diplomalıları değil, yeteneklileri işe alıyorlar. Bu kurumlar bugün sayıca az ama giderek artacaklar. Üniversite diplomasının öğrenmeni bir kanıtı olmadığı bir dünyada klasik tanımıyla üniversiteye olan taleb giderek azalacaktır.

Share Button

Çocuklar YouTube Kanalı Açmalı mı?

Ceren LPS Papatya kanalındaki Minişler Su Altını Keşfediyor isimli video bu yazı kaleme alındığı sırada 1 milyondan fazla kez görüntülenmiş. Minişler LPSEM Miniş kanalı ise 400 binden fazla aboneye sahip. Bu rakamlar, YouTube kanalı açıp izlenmeye çalışan birçok yetişkinin elde ettiği izlenmeden daha fazla. Eğer üretilen bir videonun çok izlenmesi başarı sayılırsa, bunlar ciddi başarı.Ama izlenme sayıları, çocuklar YouTube kanalı açmalı mı sorusuna cevap vermiyor.

Önce çocukların YouTube kanalı açmasının olumlu yönlerine bakalım. Bir YouTube kanalı açmak, video çekmek, yayınlamak birçok teknik özellik içeriyor. İlkokul çağındaki bir çocuğun bu teknik ayrıntıları öğrenmesi, entellektüel bir keşif süreci kabul edilebilir. Çocuklar YouTube’da çok farklı şeyler yapıyorlar. Bir senaryo kurup oyuncaklarını oynatarak ve seslendirerek bir öykü anlatıyorlar. Bir kısmı bilgisayar oyunu oynayıp bir taraftan da kendi oynadığı oyunu anlatıp yorumluyor. Slime videoları çeken çocuklar var. Stop-motion film çeken çocuklar var. Birçok çocuk da YouTube’da oyuncak tanıtıyor. Bu çocukların önemli bir kısmı bu işleri yaparken yetişkinlerden-anne babalarından, ağabey ve ablalarından destek alıyor. Ancak her şekilde küçük yaşta yaratıcı bir sürece giriyorlar. Bir ürün, bir eser tasarlamak için düşünüyorlar, planlıyorlar, lojistik sorunları çözüyorlar (oyuncak temini, mekan düzenleme, ışık düzenleme vb. gibi).

Bütün bunlar olağanüstü olumlu süreçler. İlk birkaç videoyu yetişkinler yardımıyla yükleseler bile, bir süre sonra A’dan Z’ye bütün işleri kendileri yapıyorlar. YouTube analiz sayfası sayesinde istatistiksel bilgileri yorumluyorlar. Daha çok izlenen ve beğeni alan işlerin benzerlerini yapmaya çalışıyorlar. Diğer bir ifadeyle başarı ve başarısızlıklarından öğreniyorlar. Bu anlamda birçok yetişkin YouTuber’ın yaptıklarının aynısını yapıyorlar. Video çektikçe de iyileşme gösteriyorlar. İlk çektikleri video ile yüzüncü videoları arasında ciddi bir yapım kalitesi farkı oluşuyor. Bütün bunlar açıkçası son derece eğitici ve geliştirici.

Okulda edinilen bilgilerin birçoğunun kullanıma girmesi için hayatta fırsatlar sınırlı. Okuldaki bilgilerin çoğunu neredeyse hiç kullanmıyoruz. Örneğin Abbasiler ya da Trigonometri konularındaki bilgileri neredeyse günlük yaşamda ya da iş yaşamında hiçbir zaman kullanıyoruz. Buna karşın YouTube’da içerik üretme sürecinin bize kazandırdığı bilgiler, iş hayatında bir sosyal medya uzmanının bilmesi gereken bilgiler ve birisinin hemen işe alınmasına yardım edebilirler. Başkasının yanında çalışmak yerine bağımsız bir sosyal medya fenomeni olarak hayatlarını özgürce sürdürebilirler. Bu açılardan bakarsak bir çocuğun YouTube kanalı açması kesinlikle faydalı gibi. Öte yandan, YouTube kanalı açan çocuk yetişkin dünyasına onlardan olmadığı halde adım atmış oluyor. Sosyal medyada eleştiriler, insanın psikolojisini bozacak kadar ağır olabiliyor. Bırakın çocukları, birçok yetişkin, birçok sporcu ya da sanatçı sosyal medya karşılaştıkları eleştirilerden bunalıma giriyor. Çocukların hazırladığı videoların izlenme sayısı ve beğeni oranı düşükse, çocuklar onaylanmadıklarını düşündükleri için üzülüyorlar. Bir taraftan da gelecekte karşılarına çıkabilecek bir iş, bir ürünü herkesin erişebileceği bir alana bırakıyorlar. Kendi gerçek kimlikleriyle ve görüntüleriyle kanal açmak bence sakıncalı. Çocukların kişisel mahremiyetlerini koruyabilmek için takma bir ad kullanması daha yerinde olabilir. Sonuç ne? Çocuklar YouTube kanalı açmalı mı? Kendisi istiyorsa evet. Ama yetişkinlerin gözetiminde.

Share Button

Corona Virüsü: Ölmek ya da Ölmemek, işte bütün mesele bu

Melih Arat

Şehir insanları genel olarak ölümün pek farkında değildir ve pek de hatırlamaz. Nadiren bir tanıdık veya komşu öldüğü zaman kısa bir süre hatırlar sonra günlük koşuşturmaca içinde yine unutur. Sadece sevdikleri aile üyelerini kaybedenlerin ölümle biraz tanışıklığı vardır. Korona virüsünün hayatımızda iki temel etkisi oldu. Birincisi şehir insanları için hayatı ya yavaşlattı ya da durdurdu. İkincisi Korona Virüsü tüm dünyada insanlara ölümü ve ölüm korkusunu hatırlattı.

Günlük koşuşturmacanın uyuşturucuya benzer bir etkisi vardır. Bir şeye odaklanmaya, onu derinlemesine hissetmeye izin vermez. Akşamleyin bir lokantada güzel bir yemek yeseniz hemen ardından eve gitmek için toplu ulaşım telaşına düşersiniz. İş yerinde başarıyla tamamlanan bir projeden sonra yeni bir projenin yapılacaklar listesi önünüze gelir. Akşam eve yorgun argın vardığınızda yemek pişirmek için dolabı açtığınızda eksikleri fark edersiniz. Dışarı markete çıkarken telefonunuza gelen uyarıdan yatırılacak faturaları hatırlarsınız. Ne yaptığınızı anlamadan tüm hafta geçer gider eğer hafta sonu birisi size “Nasılsınız?” diye sorarsa cevabınız “Haftanın nasıl geçtiğini anlamadım” olur. Bu koşuşturmaca sırasında elbette sıradan bir ölümlü olduğumuzu hatırlamayız.

Amazon Prime’daki Dead Like Me isimli dizi, kafasına Rus Uzay İstasyonu’ndan tuvalet düşerek ölen on sekiz yaşında Georgia isimli bir kızın hikayesini anlatıyor. Öykü kızın ölümüyle başlıyor. Georgia öldükten sonra istemese de bir ölüm meleği olarak görevlendirilir. İşi, ölme zamanı gelen insanların ruhunu almaktır. İki sezon yayımlanan dizi, absürt bir komedi olarak yaşamı ve ölümü sorgulamak için ilginç fırsatlar sunuyor. Dizideki tek ölüm meleği Georgia değil, başkaları da var. Bunlardan biri, Betty isimli bir karakter. Betty, ruhlarını alacağı insanların ölmeden önce Polaroid fotoğraflarını çekiyor. Dizinin beşinci bölümünde çektiği on binlerce fotoğrafı acemi ölüm meleği Georgia’ya veriyor. Onlarca alışveriş çantası dolusu ölüm öncesi çekilmiş fotoğraf. Ben kendi hesabıma bu sahneyi çok çarpıcı buldum. Ben, siz ve bu yazıyı okuyan herkes kendini dünyanın merkezi sayıyor ve neredeyse bir gün öleceğimizi hiç hatırlamadan günlük meşguliyetlerimiz içinde kayboluyoruz. Bu dizi gerçek olsaydı, belki biz de bir gün Betty’nin çektiği polaroid fotoğraflardan biri olarak çantaya girecektik ve çok önem verdiğimiz bu hayat sona erecekti. İyi ki, Betty ruhunu aldığı insanların fotoğrafını çekiyor; çünkü o da olmazsa ölümlerinden belki elli yıl sonra onları hatırlatacak veya hatırlayacak kimse kalmayacak.

Neyin doğru neyin yanlış olduğunu önemli ölçüde zaman gösterir. Size ait olmayan bir şeyi almak çalmaktır. Yakalanıncaya kadar bu çalma işini yapan kişiye yaptığı iş doğru gelebilir. Örneğin, Amerika’da George Floyd’un ölümünden sonra çıkan gösterilerdeki bazı fırsatçılar dükkanları yağmalayıp malları çaldılar. Kameralar bir ara New York’ta büyük ekran televizyon çalan bir kişiyi gösterdi. Bu kişi evine gidip çaldığı televizyonu izlerken yaptığının doğru olduğunu düşünebilir. Ancak iki ay sonra hırsızlığını belgeleyen kamera görüntülerinden kim olduğu tespit edilip evine bu kişiyi tutuklamak için polisler geldiğinde büyük bir yanlış yaptığını anlar. Kısa vadede doğru görünen şeylerin uzun vadede yanlış olduğu anlaşılır.

Ne zaman öleceğimiz ve ölümden sonra ne olduğu alacağımız kararlar üstünde büyük bir etki taşıyor. Yapılacaklar listesi açısından bir gün sonra ölecek olmak ile elli yıl sonra ölecek olmak arasında büyük bir fark olur. Bunun yanı sıra, ölümden sonra, bu dünyada yaptıklarımız için bir ödül ve ceza mekanizması olması da alacağımız kararları olduğu gibi değiştirir. Sizin neye inandığınızı bilmiyorum, ama bu Korana Virüsü ve bu dizi sayesinde ölümü hatırlamak bile benim aldığım kararların çoğunu gözden geçirmeme yol açtı.

Ölümden sonra cennet ve cehennem varsa, teknik olarak buna inanıp inanmamız pek bir şey değiştirmez, tıpkı yerçekimine inanıp inanmanızın yerçekiminin varlığını değiştirmeyeceği gibi.

Share Button

Doğum Günü ve Şükran

gratitude

Geçtiğimiz günlerde bir doğum günü daha kutladım. Bu seferki biraz daha özel oldu. Kendi kendime bir hayat muhasebesi yaptım. Genelde günlük koşuşturmacalardan sadece içinde bulunduğumuz dönemi, yılı veya ayları düşünerek yaşıyoruz. Mutluluğumuzu ve mutsuzluğumuzu bu kısa dönem belirliyor.

Bu doğum günümde doğduğum günden bu yana hayatımdan neler olduğunu bir perspektif içinde düşündüm. Doğum günüm olduğu için de olumlu şeylere odaklandım elbette. Hayatımda olmuş olan tüm iyi şeyler için Allah’a şükrettim. Çok iyi geldi. Dediğim gibi insan günlük yaşam mücadelesinden önemli şeyleri unutuyor.

Hepinize tavsiye ederim. Kendi yaşamınızda şükretmeniz gereken şeyleri doğduğunuz günden bu yana gözden geçirin.

Share Button

Zeki İnsanlar İçin Başarının Beş Adımı

5 stepsBaşarılı insanları başarılı olma potansiyeli yüksek insanlardan ne ayırır? Özellikle işletme dünyasında profesyonel çalışanların arasında çok sayıda yetenekli, eğitimli ve zeki insan var. Ama bunların birçoğu profesyonel kariyerlerinde sınırlı başarı elde ediyor. Bazıları bir gün gelip emekli oluyor ve bazıları da kendi işlerini kuruyorlar. İş kurmak bir başarıdır ama o da aslında her zaman büyük bir başarı olmayabilir.

Potansiyelinizi başarıya dönüştürmek için birkaç adımdan söz edebiliriz. Read more Zeki İnsanlar İçin Başarının Beş Adımı

Share Button