Büyük Bir Projeyi Bitirmenin 4 Yolu

Başlamak bitirmenin yarısıdır derler. Belirli ölçüde bu söz doğrudur ama başladığınız birçok büyük proje de yarım kalır. Bu bir kitap yazma projesi ya da doktora tezi olabilir. Büyük hayallerle yola çıkarsınız, başlangıçta çok heyecanlısınızdır, ama sonra heyecanınızı koruyamayıp işi yarıda bırakırsınız.

İşi yarıda bırakmanızın çeşitli nedenleri olabilir. Birincisi karşılaştığınız bir engeli nasıl aşacağınızı bilmiyorsunuzdur. İkincisi erteleme hastalığına tutulmuşunuzdur. Bu projeden kaçınmak için çok çeşitli mazeretler üretiyorsunuzdur. Üçüncüsü hayatınızdaki başka öncelikler ve günlük koşuşturmaca bu büyük projeye odaklanmanıza fırsat vermiyordur. Dördüncüsü bu projeye inancınızı kaybetmişsinizdir.

Önce birinci engeli konuşalım. Büyük bir proje üstünde çalışırken nasıl aşacağınızı bilmediğiniz bir engelle karşılaşabilirsiniz. Bu engel, akademik bir tez için 200 kişiyle anket yapmak ya da 20 ayrı kişiyle görüşme ayarlamak olabilir. Bir kitap yazarken yeni bölümünüz için işe yarar bir fikriniz olmayabilir. Projenin takıldığınız kısmı için paranız olmayabilir.

Engelleri aşmak için çoğu zaman, benzer süreçleri yaşamış biriyle konuşmak işe yarar. Başkalarının tecrübelerinden öğrenebiliriz. Başka bir akademisyene tezi için yaptığı araştırmada 200 kişiye nasıl ulaştığını sorabiliriz. Başka bir kitap yazarına kendisi bir tür yazar blokuyla karşılaştığında bu sorunu nasıl aştığını açıklamasını isteyebiliriz. Düşük kaynaklarla projesini tamamlamış bir başkasından tavsiye isteyebiliriz. Bu görüştüğümüz kişiler bize esin kaynağı olabilir ya da tam tersine onlardan işe yarar hiçbir şey öğrenemeyebiliriz. Ancak bu görüşmeleri yapmak bize projemize yeniden odaklanmak ve projemizin üstünde düşünmek için fırsat verecektir. Çoğu zaman sorunuzun cevabını bu görüşme sırasında kendi içinizde bulabilirsiniz.

İkinci engel erteleme hastalığıdır. Sanırım erteleme hastalığı büyük projelerin en yaygın düşmanıdır. Birçok insan yapabileceği ve yapması gerektiği halde sürekli olarak işlerini erteler. Ertelemek için de çok çeşitli ve yaratıcı bahaneler bulabilir. Netflix’te bir bölüm daha dizi izlemek, güncel siyasi haberleri okumak, yeni duyduğu ilginç bir yemeği yapmak, evi toplamak ve temizlemek, bir arkadaşla telefonda sohbet etmek gibi birçok bahane projenin önüne geçer. Erteleme hastalığını tek başına yenmek zordur. Projenizde ilerleyebilmek için başka insanları projeye dahil etmeniz bir çözüm olacaktır. Kitap yazıyorsanız bunu GoodReads.com’da ilan edin. Birinci bölümü paylaştıktan sonra geri bildirim almak için goodreads.com da ikinci bölümünüzü yayınlayacağınız tarihi belirtin. Başkalarına söz verdiğiniz için bir sonraki bölümü yazarsınız. İnsanlar kendilerine verdikleri sözleri tutmazlar ama başkalarına verdikleri sözü mahçup olmamak için tutmaya çalışırlar. Eğer yazdığınız akademik bir tez ise, tezin farklı bölümlerini farklı kongrelerde bildiri olarak sunmak üzere başvuruda bulunun. Her kongre için bildiriyi hazırlarken tezin bir bölümü bitmiş olacaktır. Büyük projenin farklı bölümlerinin YouTube da veya Instagram’da da anlatmayı taahhüt edebilirsiniz.

Günlük koşuşturmaca ve diğer öncelikler projenizde ilerlemenize engel oluyorsa hayat rutininizi kırmanız gerekir. Yedi günlük rutininiz ne ise onu mutlaka kırıp farklı bir rutin oluşturmanız gerekebilir. Örneğin, Cumartesi günü evde projenizde çalışmanız gerekiyorsa ve bugüne kadar bunu hiç başaramadıysanız Cumartesi sabahı erkenden bir kütüphaneye gidin ve en az üç saat projeniz üstünde çalışın. Evdeyken evi paylaştığınız kişilerle etkileşiminiz projeniz üstünde çalışmanıza engel olabilir ya da uzatmalı bir kahvaltı projenize zaman bırakmayabilir. Kütüphanede ise bu kesintilerin hiçbiri olmayacaktır. Siz kendi yaşantınıza göre bir kütüphaneye, bir kafeye ya da bir ortak çalışma (coworking space) alanına gidebilirsiniz.

Bazen insanlar farkında olmasalar da bir projeye olan inançları kalmadığı için projelerinde ilerleyemezler. Bu tür bir durumda projenin önemi hakkında bir arkadaşınıza ya da bir aile üyenize bir açıklama yapın. Hatta konu hakkında bilgisi olan bir arkadaşınızla planlı bir münazara yapın. Arkadaşınız projenin neden yanlış ve gereksiz bir proje olduğunu savunsun siz de projenin neden doğru ve gerekli bir proje olduğunu savunun. Bu sürecin sonunda projeye ilişkin heyecanınız yükselecektir. Eğer yükselmiyorsa, gerçekle yüzleşin ve ben bu projeyi yapmayacağım deyip iş listenizden çıkarın.

Büyük bir projeyle çıkmak gerçekten zor olabilir. En tecrübeli ve en yetkili insanlar bile bazen büyük projelerde tıkanabilirler. Bazen yaşamlarında geçirdikleri özel bir dönem; taşınma, iş değişikliği, evlenme, boşanma, siyasi çalkantılar veya doğal afetler gibi dış etkenler de projenin ilerlemesine engel olabilir. Ancak pes etmek için neden yok. Kendinizi de suçlamanıza da gerek yok. Geçmişte her ne olduysa oldu. Önemli olan şimdi ve yarın ne yapacağınız. Her gün yeni bir gün başlıyor; işte bu yeni günde projenize kaldığınız yerden devam edebilirsiniz. Kimse sizi projenize devam ettiğiniz için ayıplamaz ama bıraktığınız için ayıplar. Onu için hemen bu yazıdan sonra kolları sıvayıp önerileri uygulamaya başlayın.

Share Button

Geleceğin Üniversitesi Bildiğiniz Gibi Olmayacak!

Bugün öğrenmek istediğiniz bir konu varsa, bu konudaki en iyi öğretmenler YouTube’da. YouTuber’lar, en iyi görseller, en iyi grafikler, en iyi animasyonlar ve en basit örneklerle konuları açıklıyorlar. Videolarına söyleşiler, hareketli haritalar, konuyu destekleyen görüntüler ve tempolu müzikler ekliyorlar. Konu ister matematik ister biyoloji isterse ekonomi olsun, hemen her dilde çok güzel ve açıklayıcı içerikler var. İşin en güzeli, YouTube’daki rekabetin mevcut olanı da sürekli iyileştirmesi. YouTuber’lar birbirlerinden daha iyisini yapabilmek, izlenme ve beğenme sayılarını artırabilmek için yarışıyorlar. Klasik okullardaki birçok eğitmenin ve profesörün YouTuber’larla rekabet şansı pek yok. Birçok eğitmen, klasik sınıf içi derslerinde YouTuber’ların hazırladığı videoları kullanarak derslerini zenginleştirmeye çalışıyorlar. YouTube’da sadece genç YouTuber’lar yok; dünyanın en iyi üniversitelerinden profesörler, araştırmacılar ve TED konuşmacıları da var. Dolayısıyla kafasına bir konuyu öğrenmeyi koymuş birisi için cep telefonundan YouTube açmak yeterli. YouTube videolarının bir kısmı konuları açıklamanın da ötesine geçerek, yazarları, teorisyenleri ve uzmanları da eleştiriyor. İşin eleştiri ve tartışma boyutuna ulaşması içeriğin derinleşmesine yardım ediyor.

YouTube’dan öğrenmenin şimdilik tek eksik kısmı, sınıf içi tartışmalar. Bir hoca ve öğrenciler arasındaki tartışmalar YouTube’dan öğrenme sürecinde yer almıyor. Ancak sosyal medyada yenilikler hiç bitmiyor. Yakında akademik tartışmalar konusunda rastgele insanların ve öğrencilerin bir araya geldiği tartışma grupları olan bir sosyal medya başlarsa hiç şaşırmayın. Örneğin, ekonomideki örümcek ağı teorisini tartışan bir grup düşünün. Bu grubun üyeleri birbirini tanımıyor; aynı okula gitmiyorlar, aynı ülkede yaşamıyorlar; tek ortak noktaları örümcek ağı teorisini daha iyi anlamak ve tartışmak. Zoom benzeri görüntülü bir tartışma platformunun içinde ilgili grubu buluyorlar ve planlanmış toplantılardan birine katılıp hiç tanımadıkları insanlarla örümcek ağı teorisini tartışıyorlar. Bu tür bir sosyal medya, internette sınıf için tartışma imkanını da sunacak.

Bu arada akıllı telefon uygulamaları üstünden öğrenme, bir profesörün öğretmenliğinden ölçülebilir bir şekilde çok daha başarılı. Klasik eğitimde profesör dersini verir ve sınavını yapar. Geçme notu okuluna ve hocasına göre değişse de genellikle bir sınavda yüz üzerinde elli ila seksen beş arasında not alan öğrenci geçer. Aslında bu not öğrencinin tam öğrenmediğini gösterir. Halbuki akıllı telefon / bilgisayar uygulamaları öğrenmede çok daha başarılı. Örneğin, bir akıllı telefon uygulaması öğrenciye 30 soru soruyor. Öğrenci sadece yirmi beş tanesini doğru cevaplıyor; beş yanlış cevap var. Uygulama, öğrenciyi otuzda otuz yapıncaya kadar bir sonraki seviyeye geçirmiyor. Dolayısıyla bu öğrenci konuları mükemmelen öğrenerek ilerliyor. Klasik bir üniversite eğitiminde öğrencinin tam öğrenmeden geçtiği birçok konu varken uygulamalarla öğrenmede atlanılan veya eksik bırakılan bir konu yok.

Öğrenme de bilginin yeri nedir? “Tüm bilgiler internette, hiçbir şeyi ezbere bilmeye gerek yok” diye düşünebilirsiniz. Bu düşünce belirli ölçüde doğrudur, ama tam olarak değil. Bloom’un öğrenme kuramına göre, önce bilgiyi ediniriz. Sonra edindiğimiz bilgiyi hatırlarız. Gerçek dünyada karşımıza çıkınca anlarız. Bu bilgiyi kullanırız. Gerekirse analiz ederiz. Değerlendiririz ve bilgileri birleştirerek yeni bir şey yaratırız. Şimdi burada ilk adımda bilgiyi edinme var; bilgi edinmeden diğerleri olmuyor. Kafamızı internette kolayca erişebileceğimiz bilgilerle dolduralım demiyorum, ama bir bilgi tabanı olmadan da yorumlama ve yaratıcılık mümkün değil. Onun için uygulamalar yardımıyla bilgi edinme kritik bir rol oynuyor. Şimdi hemen herkes görsel hikayeleri, filmleri çok seviyor. Sevilen filmleri yaratan yönetmen ve senaristler, hemen herkesten daha bilgililer ve bilgilerini birleştirerek bu filmleri yaratıyorlar. Örneğin, ortaçağ tarihini bilmeden veya Hindistan mitolojisini bilmeden Star Wars’un birçok unsurunu yaratabilmek mümkün değil.

Peki YouTube içerikleri ve akıllı telefon öğrenme uygulamaları, tamamen profesörlerin yerini alacak mı? Profesörlerin en önemli işlevlerinden biri anlama ve yorumlamaya yardımcı olmaktır. Profesörler ve öğretmenler bilgi edinme/öğretmen işinden çıkmalı ve daha çok öğrenme sürecinin anlama ve yorumlama kısmında rol oynamalıdır. Bunun için öğrenciler haftada bir yada on beş günde bir, fiziksel ya da Zoom gibi bir ortamda öğrencilerle konuları tartışmak için bir araya gelmelidir. Bu buluşmaya öğrenci tamamen bilgili olarak geleceğinden, toplantıda profesörün öğretmenlik yapması gerekmeyecektir.

Bu düşüncelerimi devrimci bulabilirsiniz ve bunda haklısınız. Ne var ki söz konusu devrim zaten büyük ölçüde gerçekleşti. Hemen herkes bir şeyi öğrenmek için YouTube’a bakıyor. Bir şey öğrenmek için “üniversiteye gideyim, bir hocaya sorayım” diyen pek kimse yok. Krep yapmak için birkaç önce dört beş tarif izlemiştim. Hepsi hazırlanan karışımı dinlendirmeyi gerektiriyordu. Bu yazıyı yazmadan üç gün önce YouTube’da yeni bir tarif buldum, karışımı dinlendirmeden krepi yapabiliyorsunuz. Şimdi krep yapmayı öğrenmek için bir yemek okuluna yazılayım demedim. YouTube’de güncel bir araştırma yapayım dedim sadece. Üniversite yönetimlerine düşen, gerçekleşen bu öğrenme devrimi tanımak, kabul etmek ve kendilerini ona göre yapılandırmaktır. 2050’den sonra bildiğiniz anlamdaki üniversite, pazar gerçeklikleri tarafından ya silinecek ya da kendilerini yeniden kurgulayarak var oluşlarını sürdüreceklerdir. Özel üniversitelerin durumu daha da zor. Öğrenmenin bedavaya dönüştüğü bir ortamda, üniversite eğitimi için on binlerce dolar ödemeye razı insanları bulmak giderek zorlaşacaktır.

İş hayatında, bazı kurumlar artık diploma istemiyoruz, sadece yetenekli insanları işe almak istiyoruz demeye başladı. Peter Thiel ve benzerleri, diplomalıları değil, yeteneklileri işe alıyorlar. Bu kurumlar bugün sayıca az ama giderek artacaklar. Üniversite diplomasının öğrenmeni bir kanıtı olmadığı bir dünyada klasik tanımıyla üniversiteye olan taleb giderek azalacaktır.

Share Button