Başbakan karikatürlerini ne yapalım?

Karikatürist Erdil Yaşaroğlu ile birlikte katıldığım bir panelde Sayın Başbakan’ımızın kendisini eleştiren hemen her karikatürle ilgili dava açtığını üzülerek öğrenmiştim.

Türkiye’nin kıdemli ve kıymetli gazetecileri arasında Mehmet Ali Birand’ın ne kadar sevildiği, ölümünden sonra daha iyi anlaşıldı. Neden sevildiği sorusunun birçok cevabı olsa da, temel cevaplardan bazıları şunlar olabilir: Açık fikirliliği, nezaketi, hoşgörülü olması ve kendine özgü mizah anlayışı onun her zaman çok sevilmesine yol açmıştır. Buradan hareketle toplum önderlerine en çok yakışan davranış hoşgörüdür diye düşünüyorum.

Sözü uzatmadan önerimi yapayım; Türkiye Cumhuriyeti Başbakanları Karikatür Müzesi açalım. Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze tüm gazetelerde özellikle başbakanları eleştirmek için yapılmış tüm karikatürleri bu müzeye koyalım. İsmet İnönü’nün, Adnan Menderes’in, Demirel’in, Ecevit’in, Akbulut’un, Mesut Yılmaz’ın, Erbakan’ın ve elbette Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın da karikatürlerini bu müzeye koyalım. Bu müze, Türk siyasi tarihinin mizahi eleştiri belleğini ortaya koyarken, bir taraftan da başbakanlarımızın hoşgörüsünün ve demokrasimizin çok sesliliğine olan inançlarının bir delili olacaktır. Karikatürler, haberlerle kıyaslandığı zaman sayıca çok daha azdır. Her konuşma haber yapılır; ama sadece çok eleştirilecek konuşma, olay ve kararların karikatürü yapılır; bu da onların daha seçici ve sayıca az olduklarını gösterir. Dolayısıyla siyasi karikatürler bir toplumun gerçekten hatırlanması gereken konuşma ve olaylarının bir tarihçesini tutarlar.

Böyle bir müzenin kurulması ve bir taraftan da devlet eliyle işletilmesi, özellikle gençlerimize yakın tarihimizi ve siyasetimizi çok ilginç bir şekilde keşfetme fırsatı verecektir. Devlet ne kadar ciddi bir kurum olursa olsun, hayatın kendisi o kadar da ciddi değildir; hayatın her yeri mizahla doludur. Rahmetli babam öldüğünde 18 yaşındaydım. Babamın cenaze namazı için camiye ulaştığımda amcama henüz babamın ölümünü idrak edememiş olarak “Babam geldi mi?” diye sormuştum. Amcam ne diyeceğini şaşırmış ve sonunda, “Geldi oğlum, hepimizden önce” diyerek musalla taşını göstermişti. Rahmetli annem, bir ara şizofreni rahatsızlığı yüzünden hastaneye yatmıştı. Hastanede yanında cep telefonu ile konuşurken bana, “Niye telefonla konuşuyorsun, para yazıyor. Telepatiyle konuş, bedava!” demişti. Bazı okurlarımız biliyor, Allah nasip etti, New York Üniversitesi, MIT, Harvard gibi üniversitelerde eğitim aldım. Yine de bu kadar eğitim insanı çok akıllı yapmıyor. Lütfi Kırdar Kongre Sarayı’nda 2.500 kişiye konuşma yapacağım bir günün sabahında o gün giymek istediğim gömleğimin bir düğmesinin koptuğunu fark ettim. Gömleğin en son düğmesinin yanına bir yedek düğme de dikmişler; onu bir makasla yerinden çıkardım ve gömleğe dikip gömleği üstüme giydim; ancak düğme yerinde değildi. Çünkü ben yedek düğmeyi, söktüğüm yere dikmiştim. Kendi hatama epeyce bir gülmüştüm. Siverek’te artık mahallenin delisi olan eski ünlü bir ressamla tanıştırdılar. Başka bir nedenle bu hikâyeyi anlattığım Yalova Üniversitesi’nde bir öğrenci iyi niyetle sordu; “Sizi özellikle mi tanıştırdılar?”, “Evet”, dedim, gelecekteki halimi anlayayım diye.” Sınıf koptu… Sıra Dışı Yaşam Becerileri isimli kitabımda olgunluktan söz ederken, birçoklarının kendiyle dalga geçebilmeyi olgunluk kabul ettiğini belirtirim. Ancak olgunluk, bundan fazlasıdır. Olgunluk başka insanların sizinle dalga geçmesine müsaade ederken doğru bildiğiniz yolda devam edebilmektir. Başbakan Karikatürleri Müzesi’nin açılışında buluşmak üzere.

Share Button

Bir cevap yazın