Geleceğin Üniversitesi Bildiğiniz Gibi Olmayacak!

Bugün öğrenmek istediğiniz bir konu varsa, bu konudaki en iyi öğretmenler YouTube’da. YouTuber’lar, en iyi görseller, en iyi grafikler, en iyi animasyonlar ve en basit örneklerle konuları açıklıyorlar. Videolarına söyleşiler, hareketli haritalar, konuyu destekleyen görüntüler ve tempolu müzikler ekliyorlar. Konu ister matematik ister biyoloji isterse ekonomi olsun, hemen her dilde çok güzel ve açıklayıcı içerikler var. İşin en güzeli, YouTube’daki rekabetin mevcut olanı da sürekli iyileştirmesi. YouTuber’lar birbirlerinden daha iyisini yapabilmek, izlenme ve beğenme sayılarını artırabilmek için yarışıyorlar. Klasik okullardaki birçok eğitmenin ve profesörün YouTuber’larla rekabet şansı pek yok. Birçok eğitmen, klasik sınıf içi derslerinde YouTuber’ların hazırladığı videoları kullanarak derslerini zenginleştirmeye çalışıyorlar. YouTube’da sadece genç YouTuber’lar yok; dünyanın en iyi üniversitelerinden profesörler, araştırmacılar ve TED konuşmacıları da var. Dolayısıyla kafasına bir konuyu öğrenmeyi koymuş birisi için cep telefonundan YouTube açmak yeterli. YouTube videolarının bir kısmı konuları açıklamanın da ötesine geçerek, yazarları, teorisyenleri ve uzmanları da eleştiriyor. İşin eleştiri ve tartışma boyutuna ulaşması içeriğin derinleşmesine yardım ediyor.

YouTube’dan öğrenmenin şimdilik tek eksik kısmı, sınıf içi tartışmalar. Bir hoca ve öğrenciler arasındaki tartışmalar YouTube’dan öğrenme sürecinde yer almıyor. Ancak sosyal medyada yenilikler hiç bitmiyor. Yakında akademik tartışmalar konusunda rastgele insanların ve öğrencilerin bir araya geldiği tartışma grupları olan bir sosyal medya başlarsa hiç şaşırmayın. Örneğin, ekonomideki örümcek ağı teorisini tartışan bir grup düşünün. Bu grubun üyeleri birbirini tanımıyor; aynı okula gitmiyorlar, aynı ülkede yaşamıyorlar; tek ortak noktaları örümcek ağı teorisini daha iyi anlamak ve tartışmak. Zoom benzeri görüntülü bir tartışma platformunun içinde ilgili grubu buluyorlar ve planlanmış toplantılardan birine katılıp hiç tanımadıkları insanlarla örümcek ağı teorisini tartışıyorlar. Bu tür bir sosyal medya, internette sınıf için tartışma imkanını da sunacak.

Bu arada akıllı telefon uygulamaları üstünden öğrenme, bir profesörün öğretmenliğinden ölçülebilir bir şekilde çok daha başarılı. Klasik eğitimde profesör dersini verir ve sınavını yapar. Geçme notu okuluna ve hocasına göre değişse de genellikle bir sınavda yüz üzerinde elli ila seksen beş arasında not alan öğrenci geçer. Aslında bu not öğrencinin tam öğrenmediğini gösterir. Halbuki akıllı telefon / bilgisayar uygulamaları öğrenmede çok daha başarılı. Örneğin, bir akıllı telefon uygulaması öğrenciye 30 soru soruyor. Öğrenci sadece yirmi beş tanesini doğru cevaplıyor; beş yanlış cevap var. Uygulama, öğrenciyi otuzda otuz yapıncaya kadar bir sonraki seviyeye geçirmiyor. Dolayısıyla bu öğrenci konuları mükemmelen öğrenerek ilerliyor. Klasik bir üniversite eğitiminde öğrencinin tam öğrenmeden geçtiği birçok konu varken uygulamalarla öğrenmede atlanılan veya eksik bırakılan bir konu yok.

Öğrenme de bilginin yeri nedir? “Tüm bilgiler internette, hiçbir şeyi ezbere bilmeye gerek yok” diye düşünebilirsiniz. Bu düşünce belirli ölçüde doğrudur, ama tam olarak değil. Bloom’un öğrenme kuramına göre, önce bilgiyi ediniriz. Sonra edindiğimiz bilgiyi hatırlarız. Gerçek dünyada karşımıza çıkınca anlarız. Bu bilgiyi kullanırız. Gerekirse analiz ederiz. Değerlendiririz ve bilgileri birleştirerek yeni bir şey yaratırız. Şimdi burada ilk adımda bilgiyi edinme var; bilgi edinmeden diğerleri olmuyor. Kafamızı internette kolayca erişebileceğimiz bilgilerle dolduralım demiyorum, ama bir bilgi tabanı olmadan da yorumlama ve yaratıcılık mümkün değil. Onun için uygulamalar yardımıyla bilgi edinme kritik bir rol oynuyor. Şimdi hemen herkes görsel hikayeleri, filmleri çok seviyor. Sevilen filmleri yaratan yönetmen ve senaristler, hemen herkesten daha bilgililer ve bilgilerini birleştirerek bu filmleri yaratıyorlar. Örneğin, ortaçağ tarihini bilmeden veya Hindistan mitolojisini bilmeden Star Wars’un birçok unsurunu yaratabilmek mümkün değil.

Peki YouTube içerikleri ve akıllı telefon öğrenme uygulamaları, tamamen profesörlerin yerini alacak mı? Profesörlerin en önemli işlevlerinden biri anlama ve yorumlamaya yardımcı olmaktır. Profesörler ve öğretmenler bilgi edinme/öğretmen işinden çıkmalı ve daha çok öğrenme sürecinin anlama ve yorumlama kısmında rol oynamalıdır. Bunun için öğrenciler haftada bir yada on beş günde bir, fiziksel ya da Zoom gibi bir ortamda öğrencilerle konuları tartışmak için bir araya gelmelidir. Bu buluşmaya öğrenci tamamen bilgili olarak geleceğinden, toplantıda profesörün öğretmenlik yapması gerekmeyecektir.

Bu düşüncelerimi devrimci bulabilirsiniz ve bunda haklısınız. Ne var ki söz konusu devrim zaten büyük ölçüde gerçekleşti. Hemen herkes bir şeyi öğrenmek için YouTube’a bakıyor. Bir şey öğrenmek için “üniversiteye gideyim, bir hocaya sorayım” diyen pek kimse yok. Krep yapmak için birkaç önce dört beş tarif izlemiştim. Hepsi hazırlanan karışımı dinlendirmeyi gerektiriyordu. Bu yazıyı yazmadan üç gün önce YouTube’da yeni bir tarif buldum, karışımı dinlendirmeden krepi yapabiliyorsunuz. Şimdi krep yapmayı öğrenmek için bir yemek okuluna yazılayım demedim. YouTube’de güncel bir araştırma yapayım dedim sadece. Üniversite yönetimlerine düşen, gerçekleşen bu öğrenme devrimi tanımak, kabul etmek ve kendilerini ona göre yapılandırmaktır. 2050’den sonra bildiğiniz anlamdaki üniversite, pazar gerçeklikleri tarafından ya silinecek ya da kendilerini yeniden kurgulayarak var oluşlarını sürdüreceklerdir. Özel üniversitelerin durumu daha da zor. Öğrenmenin bedavaya dönüştüğü bir ortamda, üniversite eğitimi için on binlerce dolar ödemeye razı insanları bulmak giderek zorlaşacaktır.

İş hayatında, bazı kurumlar artık diploma istemiyoruz, sadece yetenekli insanları işe almak istiyoruz demeye başladı. Peter Thiel ve benzerleri, diplomalıları değil, yeteneklileri işe alıyorlar. Bu kurumlar bugün sayıca az ama giderek artacaklar. Üniversite diplomasının öğrenmeni bir kanıtı olmadığı bir dünyada klasik tanımıyla üniversiteye olan taleb giderek azalacaktır.

Share Button

Çocuklar YouTube Kanalı Açmalı mı?

Ceren LPS Papatya kanalındaki Minişler Su Altını Keşfediyor isimli video bu yazı kaleme alındığı sırada 1 milyondan fazla kez görüntülenmiş. Minişler LPSEM Miniş kanalı ise 400 binden fazla aboneye sahip. Bu rakamlar, YouTube kanalı açıp izlenmeye çalışan birçok yetişkinin elde ettiği izlenmeden daha fazla. Eğer üretilen bir videonun çok izlenmesi başarı sayılırsa, bunlar ciddi başarı.Ama izlenme sayıları, çocuklar YouTube kanalı açmalı mı sorusuna cevap vermiyor.

Önce çocukların YouTube kanalı açmasının olumlu yönlerine bakalım. Bir YouTube kanalı açmak, video çekmek, yayınlamak birçok teknik özellik içeriyor. İlkokul çağındaki bir çocuğun bu teknik ayrıntıları öğrenmesi, entellektüel bir keşif süreci kabul edilebilir. Çocuklar YouTube’da çok farklı şeyler yapıyorlar. Bir senaryo kurup oyuncaklarını oynatarak ve seslendirerek bir öykü anlatıyorlar. Bir kısmı bilgisayar oyunu oynayıp bir taraftan da kendi oynadığı oyunu anlatıp yorumluyor. Slime videoları çeken çocuklar var. Stop-motion film çeken çocuklar var. Birçok çocuk da YouTube’da oyuncak tanıtıyor. Bu çocukların önemli bir kısmı bu işleri yaparken yetişkinlerden-anne babalarından, ağabey ve ablalarından destek alıyor. Ancak her şekilde küçük yaşta yaratıcı bir sürece giriyorlar. Bir ürün, bir eser tasarlamak için düşünüyorlar, planlıyorlar, lojistik sorunları çözüyorlar (oyuncak temini, mekan düzenleme, ışık düzenleme vb. gibi).

Bütün bunlar olağanüstü olumlu süreçler. İlk birkaç videoyu yetişkinler yardımıyla yükleseler bile, bir süre sonra A’dan Z’ye bütün işleri kendileri yapıyorlar. YouTube analiz sayfası sayesinde istatistiksel bilgileri yorumluyorlar. Daha çok izlenen ve beğeni alan işlerin benzerlerini yapmaya çalışıyorlar. Diğer bir ifadeyle başarı ve başarısızlıklarından öğreniyorlar. Bu anlamda birçok yetişkin YouTuber’ın yaptıklarının aynısını yapıyorlar. Video çektikçe de iyileşme gösteriyorlar. İlk çektikleri video ile yüzüncü videoları arasında ciddi bir yapım kalitesi farkı oluşuyor. Bütün bunlar açıkçası son derece eğitici ve geliştirici.

Okulda edinilen bilgilerin birçoğunun kullanıma girmesi için hayatta fırsatlar sınırlı. Okuldaki bilgilerin çoğunu neredeyse hiç kullanmıyoruz. Örneğin Abbasiler ya da Trigonometri konularındaki bilgileri neredeyse günlük yaşamda ya da iş yaşamında hiçbir zaman kullanıyoruz. Buna karşın YouTube’da içerik üretme sürecinin bize kazandırdığı bilgiler, iş hayatında bir sosyal medya uzmanının bilmesi gereken bilgiler ve birisinin hemen işe alınmasına yardım edebilirler. Başkasının yanında çalışmak yerine bağımsız bir sosyal medya fenomeni olarak hayatlarını özgürce sürdürebilirler. Bu açılardan bakarsak bir çocuğun YouTube kanalı açması kesinlikle faydalı gibi. Öte yandan, YouTube kanalı açan çocuk yetişkin dünyasına onlardan olmadığı halde adım atmış oluyor. Sosyal medyada eleştiriler, insanın psikolojisini bozacak kadar ağır olabiliyor. Bırakın çocukları, birçok yetişkin, birçok sporcu ya da sanatçı sosyal medya karşılaştıkları eleştirilerden bunalıma giriyor. Çocukların hazırladığı videoların izlenme sayısı ve beğeni oranı düşükse, çocuklar onaylanmadıklarını düşündükleri için üzülüyorlar. Bir taraftan da gelecekte karşılarına çıkabilecek bir iş, bir ürünü herkesin erişebileceği bir alana bırakıyorlar. Kendi gerçek kimlikleriyle ve görüntüleriyle kanal açmak bence sakıncalı. Çocukların kişisel mahremiyetlerini koruyabilmek için takma bir ad kullanması daha yerinde olabilir. Sonuç ne? Çocuklar YouTube kanalı açmalı mı? Kendisi istiyorsa evet. Ama yetişkinlerin gözetiminde.

Share Button