Corona Virüsü: Ölmek ya da Ölmemek, işte bütün mesele bu

Melih Arat

Şehir insanları genel olarak ölümün pek farkında değildir ve pek de hatırlamaz. Nadiren bir tanıdık veya komşu öldüğü zaman kısa bir süre hatırlar sonra günlük koşuşturmaca içinde yine unutur. Sadece sevdikleri aile üyelerini kaybedenlerin ölümle biraz tanışıklığı vardır. Korona virüsünün hayatımızda iki temel etkisi oldu. Birincisi şehir insanları için hayatı ya yavaşlattı ya da durdurdu. İkincisi Korona Virüsü tüm dünyada insanlara ölümü ve ölüm korkusunu hatırlattı.

Günlük koşuşturmacanın uyuşturucuya benzer bir etkisi vardır. Bir şeye odaklanmaya, onu derinlemesine hissetmeye izin vermez. Akşamleyin bir lokantada güzel bir yemek yeseniz hemen ardından eve gitmek için toplu ulaşım telaşına düşersiniz. İş yerinde başarıyla tamamlanan bir projeden sonra yeni bir projenin yapılacaklar listesi önünüze gelir. Akşam eve yorgun argın vardığınızda yemek pişirmek için dolabı açtığınızda eksikleri fark edersiniz. Dışarı markete çıkarken telefonunuza gelen uyarıdan yatırılacak faturaları hatırlarsınız. Ne yaptığınızı anlamadan tüm hafta geçer gider eğer hafta sonu birisi size “Nasılsınız?” diye sorarsa cevabınız “Haftanın nasıl geçtiğini anlamadım” olur. Bu koşuşturmaca sırasında elbette sıradan bir ölümlü olduğumuzu hatırlamayız.

Amazon Prime’daki Dead Like Me isimli dizi, kafasına Rus Uzay İstasyonu’ndan tuvalet düşerek ölen on sekiz yaşında Georgia isimli bir kızın hikayesini anlatıyor. Öykü kızın ölümüyle başlıyor. Georgia öldükten sonra istemese de bir ölüm meleği olarak görevlendirilir. İşi, ölme zamanı gelen insanların ruhunu almaktır. İki sezon yayımlanan dizi, absürt bir komedi olarak yaşamı ve ölümü sorgulamak için ilginç fırsatlar sunuyor. Dizideki tek ölüm meleği Georgia değil, başkaları da var. Bunlardan biri, Betty isimli bir karakter. Betty, ruhlarını alacağı insanların ölmeden önce Polaroid fotoğraflarını çekiyor. Dizinin beşinci bölümünde çektiği on binlerce fotoğrafı acemi ölüm meleği Georgia’ya veriyor. Onlarca alışveriş çantası dolusu ölüm öncesi çekilmiş fotoğraf. Ben kendi hesabıma bu sahneyi çok çarpıcı buldum. Ben, siz ve bu yazıyı okuyan herkes kendini dünyanın merkezi sayıyor ve neredeyse bir gün öleceğimizi hiç hatırlamadan günlük meşguliyetlerimiz içinde kayboluyoruz. Bu dizi gerçek olsaydı, belki biz de bir gün Betty’nin çektiği polaroid fotoğraflardan biri olarak çantaya girecektik ve çok önem verdiğimiz bu hayat sona erecekti. İyi ki, Betty ruhunu aldığı insanların fotoğrafını çekiyor; çünkü o da olmazsa ölümlerinden belki elli yıl sonra onları hatırlatacak veya hatırlayacak kimse kalmayacak.

Neyin doğru neyin yanlış olduğunu önemli ölçüde zaman gösterir. Size ait olmayan bir şeyi almak çalmaktır. Yakalanıncaya kadar bu çalma işini yapan kişiye yaptığı iş doğru gelebilir. Örneğin, Amerika’da George Floyd’un ölümünden sonra çıkan gösterilerdeki bazı fırsatçılar dükkanları yağmalayıp malları çaldılar. Kameralar bir ara New York’ta büyük ekran televizyon çalan bir kişiyi gösterdi. Bu kişi evine gidip çaldığı televizyonu izlerken yaptığının doğru olduğunu düşünebilir. Ancak iki ay sonra hırsızlığını belgeleyen kamera görüntülerinden kim olduğu tespit edilip evine bu kişiyi tutuklamak için polisler geldiğinde büyük bir yanlış yaptığını anlar. Kısa vadede doğru görünen şeylerin uzun vadede yanlış olduğu anlaşılır.

Ne zaman öleceğimiz ve ölümden sonra ne olduğu alacağımız kararlar üstünde büyük bir etki taşıyor. Yapılacaklar listesi açısından bir gün sonra ölecek olmak ile elli yıl sonra ölecek olmak arasında büyük bir fark olur. Bunun yanı sıra, ölümden sonra, bu dünyada yaptıklarımız için bir ödül ve ceza mekanizması olması da alacağımız kararları olduğu gibi değiştirir. Sizin neye inandığınızı bilmiyorum, ama bu Korana Virüsü ve bu dizi sayesinde ölümü hatırlamak bile benim aldığım kararların çoğunu gözden geçirmeme yol açtı.

Ölümden sonra cennet ve cehennem varsa, teknik olarak buna inanıp inanmamız pek bir şey değiştirmez, tıpkı yerçekimine inanıp inanmanızın yerçekiminin varlığını değiştirmeyeceği gibi.

Share Button